Fazıl Say, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği için, ne zaman olsa geleceğinin sözünü onca sene öncesinde Türkan Saylan’ a vermiş biri olarak ÇYDD’nin okuttuğu öğrencilere burs sağlanabilmesi ve ÇYDD’nin yirminci yılını taçlandırmak için, hiç para almaksızın yine sahnede idi. Gerekirse haftanın yedi günü sahnede kalırım demişti Türkan Hanım’a.
Konser, Türkan Saylan’ın konuşması ile açıldı. Ne de genç, ne de sağlıklı ve bir o kadar da güzel görünüyordu tekerlekli sandalyesi ile sahneye gelen bu hanımefendi. Konuşmasında, güzel Türkçesi ile ÇYDD olarak yirmi yıldır emek verdiği, küçücük bir umut ile başlayan ve ülkenin eğitim ile kalkınmasına katkıda bulunabilmek adına baş koydukları bu çabanın üzerine sürülmeye çalışılan kara lekeye nasıl karşı durduklarını anlatarak, derneğin yönetim kurulu üyelerini sahneden alkışladı ve biz de ona eşlik ettik.
Akabinde sahneye Fazıl Say çıktı, yanında kızı Kumru ile bizi selamladı ve piyanosunun başına geçti. Say piyanonun tuşlarına dokunmaya başladıkça, zaman dondu, Chaccone’u (Bach- Busoni) defalarca dinlemiş olmama rağmen, hayatımda daha iyi bir yorum dinlemediğimi düşündüm.
Bach-Busoni-Chaconne - Fazil Say


Doğu’nun gizemli çalgısı neye ses veren Burcu Karadağ ile Fazıl Say’ın piyanosu ile ses verdiği Kâtibim, gözlerime dolan yaşların akmasına sebebiyet verdi.
Fazıl Say’a Çağ Erçağ’ın viyolonseli, Cihat Aşkın’ın kemanı, Bariton Güvenç Dağüstün’ün güzel sesi ve Astor Piazzolla’nın eserlerinin yorumlanmasında, Tolga Salman’ın bandoneon’u eşlik etti.
Konsere 1000 ya da 2000 kişi gelmiş, o kadar çok bilet satılmış ki, dinleyicilerin bir bölümü konseri sahnede izlemek zorunda kalmış yorumları, sahnede o kadar izleyicinin olmasının verdiği rahatsızlık, arkadaşlarım geciktiği için konsere girmeden sigara içmeyi başaramamış olmam, konser öncesi Borsa’da birer içki içmeye kalktığımızda, barmenin laubalilik ile karışık yüzsüz samimiyeti, yine araba ile geldiğimize pişman oluşumuz, Biletix'in bir yardım konseri bileti için 15,00 TL hizmet bedeli almasını, hepsini unuttum aklımda sadece müzik kaldı ve gözlerimin tüm konser boyunca dolu dolu olması.

Ayfer Tunç’un Alafranga İhtiyar adlı öyküsünde, Anadolu’nun bir kasabasından, İstanbul’a gelip, Darüllelhan’a müstahdem olarak girmiş; gündüzleri severek, Brahms, Haydn, Meyerbeer, Mendelssohn, Mussgorski, Balakirev dinleyip; akşamları teneke sobasının üzerinde kaynattığı çaydanlığından doldurduğu çayını kıtlama şeker ile içen yaşlı Hüseyin Ulvi Efendi’nin hikayesini, Teknik Üniversite’de yüksek tahsil yapan genç bir münevver namzeti olan ancak Klasik Batı Musikisi zevkine vasıl olmak için gayret gösterememiş, genç bir hafiye tarafından bize anlatılır.
Hüseyin Ulvi Efendi, kasabasından İstanbul’a gelip, konservatuarda iş bulunca, öğrenmek iştihasıyla her şeyi tektik ediyor olmasına rağmen mektep’i tuhaf bulurmuş. Daha önce hiç görmediği tuhaf borular, acayip sesler çıkaran çalgılar, Batı musikisi dedikleri şeyi ise gürültü olarak yorumlar, kendi memleketinin havalarını, yanık türkülerini özler ve kıyaslarmış. Ancak okul tatile girince, asıl burada duymaya alıştığı gürültüyü çok özlediğini fark etmiş. Bazen okulun piyano hocası Tahsin Bey, Ulvi Efendi’yi karşısına oturtur, saatlerce çalar ve Ulvi Efendi’ye nasıl bulduğunu sorarmış. O zaman Ulvi Efendi bir şey diyemez fakat gözleri dolu dolu olur, bir nota daha vursa, gözlerinden yaşlar geleceğini bilirmiş ve sorarmış “Hocam bu nasıl bir şey ki böyle, insanın gözlerinden yaşlar getiriyor?”
Tahsin hoca öyle hususi bir şahsiyet imiş ki, kimseyi incitmez, kırmaz, insanları ayırmayı sevmez, mütevazı, yüksek ruhu ile sanatın bilhassa musikinin insanları bir gayede birleştirebilecek tek kıymet olduğuna inanırmış. Yüksek tabakada bir âlim ile, aşağı tabakadan bir amelenin, musiki aşkı ile bir araya gelebildiklerini, musikiden lezzet alma anında birbirleriyle dost, adeta kardeş olduklarını anlatır Ulvi Efendi’nin Batı Musikisini biraz da bilerek sevmesi için gayret edermiş.
Ben Fazıl Say’ın da Tahsin Hoca’ya benzer bir gayret içinde olduğuna inanıyorum. Hem inanılmaz bir yeteneğe hem de bu özveriye sahip bir sanatçıyı takip etmek çok güzel. “Sözler değil, yapılanlardır asıl olan” diyerek, tüm mütevazılığı için ayrıca çok saygı duyuyorum. Zubin Mehta’nın eşliğinde de defalarca çalan bu dahi adam, diğer sanatçı arkadaşlarını hem sahneye girdiklerinde hem de giderken öyle güzel onurlandırdı ki bu da onun büyüklüğünün bir göstergesidir sadece. Tıpkı konser sonrası, Türkan Saylan’ın Prof. Dr. Ayşe Yüksel’i takdimi gibi.
Sonra eve döndüğümde saatlerce 1001 Nights in the Harem’i dinleyip gecemi tamamladım.
Guldacığım,
YanıtlaSilBloğuna Fazıl Say ile ilgili düşüncelerimi yazacaktım ama bu gelen e mail onunla ilgili her şeyi çok güzel bir şekilde anlatıyor. Bu güzel insana hala bizimle olduğu ve gitmediği ve kendi doğrularından asla vazgeçmediği için teşekkür ediyorum.
Sevgiler,
Yonca
RESİTAL
Sabah kalkarsın
Hava Alanı'na gidersin
"Check-in" ve "Pasaport Kontrolü"nden geçip, telaşlı bir "airport-cafe" de hızlı bir kahve içersin Uçağa binersin
Bir kaç saat sonra indiğinde başka dilin konuşulduğu bir ülkede, başka bir iklimde, yine pasaport kontrolünden geçersin.
Bavulunu beklersin
Sonra arabayla otele geçersin
Öğlen yemeğini yalnız yer, bir iki saat kafa dinlersin
Akşamüstü 5 gibi Konser Salonuna geçersin
Hiç bilmediğin bir piyanoya 1-2 saat içinde alışmaya çalışırsın
Orada iki insan vardır
Akortçu ve ışıkçı..
Tanımadığın adamlardır
Onlarla genelde,"merhaba nasılsınız?" gibisinden 5-6 kelime konuşulur
Bu zaten o gün konuşulan ilk kelimelerdir
Saat 7 ile 8 arası kulis odasında meditatif bir "içine dalma"ya geçersin,
konsantre olmaya...
Saat tam 8 de (daha doğrusu o hep sekizi üç geçedir, beş geçedir) sen karanlık "backstage" de hazırsındır
salonda da seni dinleyecek olan 2500 kişi sessiz ve hazırdır ışıklar kısıldığında,
Yürümeye başlarsın, piyanoya doğru.
O konser senin, sana vereceğin bir konserdir, bir iç hesaplaşmadır, yapmak istediklerin, yapabileceklerin,
o gün o şartlarda yapabileceğin şeylerdir.
Uzun ve saygıyla selam verirken,
son 7 yıldır kendine seslendiğin gibi, bir dua okur gibi seslenirsin "konser saygını" kendine;
Saygıyla eğil
Uzun uzun saygıyla
Sevgiyle,
içtenlikle...
Bu güzel insanlara iç sesini sunmaya geldin.
Onlar da dinlemeye geldi..
İçine çek onları. En derininden hissedecek kadar içine çek.
İyiyi hisset.
Ve
Başlar konser
Çalan sensin, dinleyen sensin, değerlendiren sensin, eleştiren sensindir
Müzik her şeydir
İnsan da ilhamdır!
Orda ön sırada oturan 7 yaşındaki papyonlu bir oğlan çocuğu ,
seni ateşlemiştir
Müzik ona hitap etmelidir,
o eğlenmelidir o sırada çalan Mozart ile,
o velet anlamalıdır müziğin dilini
Evrendeki tek ortak dili.
Haz duymalıdır,
dikkatini çekmelisindir onun,
anlaması, haz duyabilmesi için,
yahut
yukarı balkonda oturan genç kadın
yahut 4.sırada dikkatle dinleyen o yaşlı dede
kim bilir ne anılara dalmaktadır hayatının bu son yıllarında Mozart'ın seslerini dinlerken???
1942deki ilk aşk?
1955de Annesini yitirişi?
1963 deki düğünü?
Bir tatil kasabasında başka bir kadına platonik bir biçimde aşık olması?
1996da eşini kaybetmesi?
O anılara sen de katılmalısındır, Mozart eşliğinde...
Ludwig van Beethoven'dan "yaşam mücadelesi" dolu bir sonat gelir ardından belki.
Belki o gün Prokofief'in "savaş sonatı "vardır programda,
ve sen, ne yapıp edip 2. Dünya Savaşı trajedisine dalmalısındır o müzik eşliğinde..
Ya da Liszt'in Si minör sonatı vardır programda;
Faust ile Mephistopheles arasında
önünde koca bir Orkestra,
gerçek piyanonun çok ötesinde, bir Wagner Operası hayal alemine dalmalısındır...
İnsan içini dinlemelidir her ne çalarsa çalsın.
İç zengindir.
Trombonların öfkeli emirleri, trompetlerin dramatik sinyalleri,geniş bir yaylı sazlar topluluğun sessiz ve hazin tınısı kaplar ortalığı.
Hepsi tek gerçektir, piyano sesinin yok olduğu bu orkestrada.
Kendi memleketinden bir tutam toprak gibi gelir "Aşık Veysel anısına Kara toprak" o konserin sonlarında.
Bir "nostalji" gibidir o ,
neredeysen o an..
"Ses yollamacadır"
Anadolu’ya..Uzaklardan.
Konser bitiminde (güzelse her şey) uzun uzun ayakta alkışlanılırsın
YanıtlaSilo anlar artık daha çok kendinle konuştuğun anlardır
"Bu seyirciye şöyle bir bis parçası çalarsam hoşlanacaklar herhalde" gibi bir neşe sarar, aklından geçirirsin "ne çalsam iyi gider?" diye.
Bir egodur o,
bir zafer sarhoşluğudur
"Hak edilmemiş" değildir ama
Yürüyüşler selam verişler daha bir enerji doludur
daha bir atiktir
Kazanılmış olan motivasyonun etkisiyle, çalış da daha hür ve özgürdür artık bu konserin sonlarında.
Konserden sonra CD imzalarsın tebrikleri kabul edersin
ve hemen ardından sen ve 2500 kişiden arda kalan yine salt sensindir,
yalnızlığındır.
O akşam ağzından çıkmış olan kelime sayısı 20-30 olmuştur belki; danke, thanks, merci, grazie, arigato, sağolun, vs,
bir dilde teşekkür etmişindir kutlayanlara, tek kelime ile.
Ertesi sabah bu konser ile ilgili çıkan övgü dolu yazıların çıktığı gazetelerin ,
henüz bayilere ulaşmadığı bir tan vakti,
sen yine havaalanındasındır
2500 insanın her biri geride kalmıştır
Onların dostlarına anlattıklarıyla, vesairesiyle; her şey sensiz gelişecektir
Sen o şehirdeki bir cafe'de bir bar'da oturup o insanların hiç biriyle tanışamayacaksındır..
Çaldığın konserini tartışamayacaksındır!
Sen havaalanında o sırada soğuk su ile Tıraş oluyorsundur, saçını tarıyorsundur
Ve şunun çok benzeri bir başka gün seni beklemektedir
Metin Altıok'un Bingöl'deyken yazdığı serzeniş şiiri gibi;
Ay dokundu omzuma irkildim
Göğün puslu balkonunda
Birdenbire insanları özledim.
Ve 20-25 gün sonra
Bir gece karanlığında ayrılmış olduğun evine
geri döndüğünde (100.000 insana müzik dinletmiş olarak)
için yorgundur ama mutludur aslında
(100.000 insanın hiçbirinin adını bilmiyorsundur
ama o enerjiyi biliyorsundur evrene insanların yaydığı
iyi olan enerjiyi)
Evde geri kalan; kızın ve sensindir
tek gerçek olan geri kalan.
Ve en yakınlarındır
dostlarındır.
Fazıl SAY
Marjinal yazarlar
YanıtlaSil...
Siz kazandınız
lütfen siz kazanın
lütfen benimle uğraşmayın
ve ebediyen siz kazanın
...
Tamam ben giderim
uzak bir yere (gözden uzak)
(uzaya gidemem kızımdan da ayrılamam ama siz beni görmezsiniz merak etmeyin)
tamam
giderim..
...
Ben son 6 yıl içinde
2 büyük oratoryo
2 büyük senfonik eser
1 keman konçertosu
2 piyano konçertosu
5 solo piyano eseri
1 bale müziği
2 Bach uyarlaması
4 film müziği
1 tiyatro müziği
bestelemiş olsam da
HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN
Bu son 6 yılda
dünya üzeri 42 memlekette
326 şehirde konserler verdim
yaklaşık 700 konser
HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN
Bu 6 yılda
10 CD
2 DVD
12 NOTA
piyasaya sunduk
HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN
anlıyorum
yaptıklarım mühim değil
hiç bir zaman "her görüşüme katılmalısınız" demedim
tartışmaya hep açıktım
hiç bir zaman hemfikir olmadığım insanlara saygısızlık yapmayı düşünmedim
ama siz yaptınız
adil değildiniz
bir fikir de ayrı düşünüyorduk siz kökünü kazımaya kalktınız her seferinde
ama hiç bir zaman kendi içsesimden vazgeçmedim
doğru bulduğum doğrumdu yanlış bulduğum yanlıştı
yanlışı ben yaptıysam da hatamı anladığım gün düzelttim
anladık
değersiziz
sizin değer anlayışınızı anlamadım ama ben değersizim o anlayışa göre onu anladım
...
İmkanı yoktur bazı kusurlarımı affetmenizin
affedicilik de değil
"kabul" etmenizin
"lütfetmenizin"
imkanı yoktur...
Zamanında hatalarım olmuş onları düzelttiysem
bu da doğru değildir
imkanı yoktur..
-Falanca arabeskçiyi kültür olarak görmüyorumdur
asla affetmezsiniz
-Aziz Nesin haklıdır derim bütün hayatıma sataşırsınız
-Gençleri klasik müziği tanıştırmak için Mercan Dede ile beraber konser - parti veririm "hayatı boyunca popülist" dersiniz
-"Din sömürüsü aldı başını gitti" deriz
Ölüm fermanı vermediğiniz kalır
-Konuşmayız
"Konuşmaz o korkak" dersiniz
-Konuşuruz
"Konuşmak senin ne haddine işine bak sen" dersiniz
-Beethoven ,deriz
"Git Beethoven'ın ülkesinde yaşa" ,dersiniz
git
popülist
korkak
ne haddine
git
hep bunlar...
Hiç bir yolu yoktur...
Sizler facebook da 130 grup kurdunuz (fazıl say gitsin vs)
ekşi-sözlükte yazılar yazdınız
Google'ı doldurdunuz
Yahoo'da gruplaştınız
gazete haberlerinin altına yorumlar yazdınız
Almanya'da yılın müzisyeni seçildiğimin haberinin altına bile döşendiniz
hakaretlerinizle...
Her yerde sizler varsınız.
Ve
sizler ne yaptınız hayatta
bilmiyorum
sormuyorum
düşünmüyorum
nefret etmiyorum
saygısızlık yapmıyorum
ama siz bana yaptınız...
Siz yarattınız bana en ağır haksızlıkları yapan bir kültür bakanını
siz yarattınız
siz cesaretlendirdiniz marjinal köşe yazarlarını
siz pislik attınız
çamur attınız
hepsini siz yaptınız
içinizde mesleki kıskananlar da oldu
aranızda piyano çalanlar da oldu
çalmayanlar da
faşoları
dincileri
marjinalleri...
2.cumhuriyetçileri..
Avanak liberalleri...
Ben hiç birinize tek bir kelime kötü bir şey söylememişken.....
Hepsini siz yaptınız...
Artık kazanın
kazanın ve bitsin...
Siz kazandınız..
Kazandınız ve bitsin..
Yeter ...
Marjinaller
insan çocukluğuna dönmek istiyor
yaylım ateşi sırasında
Benim gerçek dostlarım bu yazıyı niye yazdığımı kimlere yazdığımı anlamıştır.