3 Mayıs 2009 Pazar

Fazıl Say ve Arkadaşları ÇYDD için Sahnede



Fazıl Say, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği için, ne zaman olsa geleceğinin sözünü onca sene öncesinde Türkan Saylan’ a vermiş biri olarak ÇYDD’nin okuttuğu öğrencilere burs sağlanabilmesi ve ÇYDD’nin yirminci yılını taçlandırmak için, hiç para almaksızın yine sahnede idi. Gerekirse haftanın yedi günü sahnede kalırım demişti Türkan Hanım’a.

Konser, Türkan Saylan’ın konuşması ile açıldı. Ne de genç, ne de sağlıklı ve bir o kadar da güzel görünüyordu tekerlekli sandalyesi ile sahneye gelen bu hanımefendi. Konuşmasında, güzel Türkçesi ile ÇYDD olarak yirmi yıldır emek verdiği, küçücük bir umut ile başlayan ve ülkenin eğitim ile kalkınmasına katkıda bulunabilmek adına baş koydukları bu çabanın üzerine sürülmeye çalışılan kara lekeye nasıl karşı durduklarını anlatarak, derneğin yönetim kurulu üyelerini sahneden alkışladı ve biz de ona eşlik ettik.

Akabinde sahneye Fazıl Say çıktı, yanında kızı Kumru ile bizi selamladı ve piyanosunun başına geçti. Say piyanonun tuşlarına dokunmaya başladıkça, zaman dondu, Chaccone’u (Bach- Busoni) defalarca dinlemiş olmama rağmen, hayatımda daha iyi bir yorum dinlemediğimi düşündüm.


Bach-Busoni-Chaconne - Fazil Say
Çıplak ayakları ve kemanı ile sahne alan Moldovalı sanatçı Patricia Kopatchinskaja, gerek yeteneği, gerek mimikleri ile çok etkileyici bir ortam yarattı. Sahnede izlediğimiz bu iki yaramaz çocuk bizi büyüledi, hep beraber Odam Kireç Tutmuyor’un hüznüne kapıldık. Patricia Kopatchinskaja’nın arşeyi kemanla buluşturması ve beraberinde Say’ın piyanonun tuşlarına dokunması ile oluşan yorumlama anlatılması güç bir müzik tutkusu idi.


Doğu’nun gizemli çalgısı neye ses veren Burcu Karadağ ile Fazıl Say’ın piyanosu ile ses verdiği Kâtibim, gözlerime dolan yaşların akmasına sebebiyet verdi.

Fazıl Say’a Çağ Erçağ’ın viyolonseli, Cihat Aşkın’ın kemanı, Bariton Güvenç Dağüstün’ün güzel sesi ve Astor Piazzolla’nın eserlerinin yorumlanmasında, Tolga Salman’ın bandoneon’u eşlik etti.


Konsere 1000 ya da 2000 kişi gelmiş, o kadar çok bilet satılmış ki, dinleyicilerin bir bölümü konseri sahnede izlemek zorunda kalmış yorumları, sahnede o kadar izleyicinin olmasının verdiği rahatsızlık, arkadaşlarım geciktiği için konsere girmeden sigara içmeyi başaramamış olmam, konser öncesi Borsa’da birer içki içmeye kalktığımızda, barmenin laubalilik ile karışık yüzsüz samimiyeti, yine araba ile geldiğimize pişman oluşumuz, Biletix'in bir yardım konseri bileti için 15,00 TL hizmet bedeli almasını, hepsini unuttum aklımda sadece müzik kaldı ve gözlerimin tüm konser boyunca dolu dolu olması.




Ayfer Tunç’un Alafranga İhtiyar adlı öyküsünde, Anadolu’nun bir kasabasından, İstanbul’a gelip, Darüllelhan’a müstahdem olarak girmiş; gündüzleri severek, Brahms, Haydn, Meyerbeer, Mendelssohn, Mussgorski, Balakirev dinleyip; akşamları teneke sobasının üzerinde kaynattığı çaydanlığından doldurduğu çayını kıtlama şeker ile içen yaşlı Hüseyin Ulvi Efendi’nin hikayesini, Teknik Üniversite’de yüksek tahsil yapan genç bir münevver namzeti olan ancak Klasik Batı Musikisi zevkine vasıl olmak için gayret gösterememiş, genç bir hafiye tarafından bize anlatılır.

Hüseyin Ulvi Efendi, kasabasından İstanbul’a gelip, konservatuarda iş bulunca, öğrenmek iştihasıyla her şeyi tektik ediyor olmasına rağmen mektep’i tuhaf bulurmuş. Daha önce hiç görmediği tuhaf borular, acayip sesler çıkaran çalgılar, Batı musikisi dedikleri şeyi ise gürültü olarak yorumlar, kendi memleketinin havalarını, yanık türkülerini özler ve kıyaslarmış. Ancak okul tatile girince, asıl burada duymaya alıştığı gürültüyü çok özlediğini fark etmiş. Bazen okulun piyano hocası Tahsin Bey, Ulvi Efendi’yi karşısına oturtur, saatlerce çalar ve Ulvi Efendi’ye nasıl bulduğunu sorarmış. O zaman Ulvi Efendi bir şey diyemez fakat gözleri dolu dolu olur, bir nota daha vursa, gözlerinden yaşlar geleceğini bilirmiş ve sorarmış “Hocam bu nasıl bir şey ki böyle, insanın gözlerinden yaşlar getiriyor?”

Tahsin hoca öyle hususi bir şahsiyet imiş ki, kimseyi incitmez, kırmaz, insanları ayırmayı sevmez, mütevazı, yüksek ruhu ile sanatın bilhassa musikinin insanları bir gayede birleştirebilecek tek kıymet olduğuna inanırmış. Yüksek tabakada bir âlim ile, aşağı tabakadan bir amelenin, musiki aşkı ile bir araya gelebildiklerini, musikiden lezzet alma anında birbirleriyle dost, adeta kardeş olduklarını anlatır Ulvi Efendi’nin Batı Musikisini biraz da bilerek sevmesi için gayret edermiş.

Ben Fazıl Say’ın da Tahsin Hoca’ya benzer bir gayret içinde olduğuna inanıyorum. Hem inanılmaz bir yeteneğe hem de bu özveriye sahip bir sanatçıyı takip etmek çok güzel. “Sözler değil, yapılanlardır asıl olan” diyerek, tüm mütevazılığı için ayrıca çok saygı duyuyorum. Zubin Mehta’nın eşliğinde de defalarca çalan bu dahi adam, diğer sanatçı arkadaşlarını hem sahneye girdiklerinde hem de giderken öyle güzel onurlandırdı ki bu da onun büyüklüğünün bir göstergesidir sadece. Tıpkı konser sonrası, Türkan Saylan’ın Prof. Dr. Ayşe Yüksel’i takdimi gibi.

Sonra eve döndüğümde saatlerce 1001 Nights in the Harem’i dinleyip gecemi tamamladım.

3 yorum:

  1. Guldacığım,

    Bloğuna Fazıl Say ile ilgili düşüncelerimi yazacaktım ama bu gelen e mail onunla ilgili her şeyi çok güzel bir şekilde anlatıyor. Bu güzel insana hala bizimle olduğu ve gitmediği ve kendi doğrularından asla vazgeçmediği için teşekkür ediyorum.

    Sevgiler,
    Yonca

    RESİTAL
    Sabah kalkarsın
    Hava Alanı'na gidersin
    "Check-in" ve "Pasaport Kontrolü"nden geçip, telaşlı bir "airport-cafe" de hızlı bir kahve içersin Uçağa binersin
    Bir kaç saat sonra indiğinde başka dilin konuşulduğu bir ülkede, başka bir iklimde, yine pasaport kontrolünden geçersin.
    Bavulunu beklersin
    Sonra arabayla otele geçersin
    Öğlen yemeğini yalnız yer, bir iki saat kafa dinlersin
    Akşamüstü 5 gibi Konser Salonuna geçersin
    Hiç bilmediğin bir piyanoya 1-2 saat içinde alışmaya çalışırsın
    Orada iki insan vardır
    Akortçu ve ışıkçı..
    Tanımadığın adamlardır
    Onlarla genelde,"merhaba nasılsınız?" gibisinden 5-6 kelime konuşulur
    Bu zaten o gün konuşulan ilk kelimelerdir
    Saat 7 ile 8 arası kulis odasında meditatif bir "içine dalma"ya geçersin,
    konsantre olmaya...
    Saat tam 8 de (daha doğrusu o hep sekizi üç geçedir, beş geçedir) sen karanlık "backstage" de hazırsındır
    salonda da seni dinleyecek olan 2500 kişi sessiz ve hazırdır ışıklar kısıldığında,
    Yürümeye başlarsın, piyanoya doğru.
    O konser senin, sana vereceğin bir konserdir, bir iç hesaplaşmadır, yapmak istediklerin, yapabileceklerin,
    o gün o şartlarda yapabileceğin şeylerdir.
    Uzun ve saygıyla selam verirken,
    son 7 yıldır kendine seslendiğin gibi, bir dua okur gibi seslenirsin "konser saygını" kendine;
    Saygıyla eğil
    Uzun uzun saygıyla
    Sevgiyle,
    içtenlikle...
    Bu güzel insanlara iç sesini sunmaya geldin.
    Onlar da dinlemeye geldi..
    İçine çek onları. En derininden hissedecek kadar içine çek.
    İyiyi hisset.
    Ve
    Başlar konser
    Çalan sensin, dinleyen sensin, değerlendiren sensin, eleştiren sensindir
    Müzik her şeydir
    İnsan da ilhamdır!
    Orda ön sırada oturan 7 yaşındaki papyonlu bir oğlan çocuğu ,
    seni ateşlemiştir
    Müzik ona hitap etmelidir,
    o eğlenmelidir o sırada çalan Mozart ile,
    o velet anlamalıdır müziğin dilini
    Evrendeki tek ortak dili.
    Haz duymalıdır,
    dikkatini çekmelisindir onun,
    anlaması, haz duyabilmesi için,
    yahut
    yukarı balkonda oturan genç kadın
    yahut 4.sırada dikkatle dinleyen o yaşlı dede
    kim bilir ne anılara dalmaktadır hayatının bu son yıllarında Mozart'ın seslerini dinlerken???
    1942deki ilk aşk?
    1955de Annesini yitirişi?
    1963 deki düğünü?
    Bir tatil kasabasında başka bir kadına platonik bir biçimde aşık olması?
    1996da eşini kaybetmesi?
    O anılara sen de katılmalısındır, Mozart eşliğinde...
    Ludwig van Beethoven'dan "yaşam mücadelesi" dolu bir sonat gelir ardından belki.
    Belki o gün Prokofief'in "savaş sonatı "vardır programda,
    ve sen, ne yapıp edip 2. Dünya Savaşı trajedisine dalmalısındır o müzik eşliğinde..
    Ya da Liszt'in Si minör sonatı vardır programda;
    Faust ile Mephistopheles arasında
    önünde koca bir Orkestra,
    gerçek piyanonun çok ötesinde, bir Wagner Operası hayal alemine dalmalısındır...
    İnsan içini dinlemelidir her ne çalarsa çalsın.
    İç zengindir.
    Trombonların öfkeli emirleri, trompetlerin dramatik sinyalleri,geniş bir yaylı sazlar topluluğun sessiz ve hazin tınısı kaplar ortalığı.
    Hepsi tek gerçektir, piyano sesinin yok olduğu bu orkestrada.
    Kendi memleketinden bir tutam toprak gibi gelir "Aşık Veysel anısına Kara toprak" o konserin sonlarında.
    Bir "nostalji" gibidir o ,
    neredeysen o an..
    "Ses yollamacadır"
    Anadolu’ya..Uzaklardan.

    YanıtlaSil
  2. Konser bitiminde (güzelse her şey) uzun uzun ayakta alkışlanılırsın
    o anlar artık daha çok kendinle konuştuğun anlardır
    "Bu seyirciye şöyle bir bis parçası çalarsam hoşlanacaklar herhalde" gibi bir neşe sarar, aklından geçirirsin "ne çalsam iyi gider?" diye.
    Bir egodur o,
    bir zafer sarhoşluğudur
    "Hak edilmemiş" değildir ama
    Yürüyüşler selam verişler daha bir enerji doludur
    daha bir atiktir
    Kazanılmış olan motivasyonun etkisiyle, çalış da daha hür ve özgürdür artık bu konserin sonlarında.
    Konserden sonra CD imzalarsın tebrikleri kabul edersin
    ve hemen ardından sen ve 2500 kişiden arda kalan yine salt sensindir,
    yalnızlığındır.
    O akşam ağzından çıkmış olan kelime sayısı 20-30 olmuştur belki; danke, thanks, merci, grazie, arigato, sağolun, vs,
    bir dilde teşekkür etmişindir kutlayanlara, tek kelime ile.
    Ertesi sabah bu konser ile ilgili çıkan övgü dolu yazıların çıktığı gazetelerin ,
    henüz bayilere ulaşmadığı bir tan vakti,
    sen yine havaalanındasındır
    2500 insanın her biri geride kalmıştır
    Onların dostlarına anlattıklarıyla, vesairesiyle; her şey sensiz gelişecektir
    Sen o şehirdeki bir cafe'de bir bar'da oturup o insanların hiç biriyle tanışamayacaksındır..
    Çaldığın konserini tartışamayacaksındır!
    Sen havaalanında o sırada soğuk su ile Tıraş oluyorsundur, saçını tarıyorsundur
    Ve şunun çok benzeri bir başka gün seni beklemektedir
    Metin Altıok'un Bingöl'deyken yazdığı serzeniş şiiri gibi;
    Ay dokundu omzuma irkildim
    Göğün puslu balkonunda
    Birdenbire insanları özledim.
    Ve 20-25 gün sonra
    Bir gece karanlığında ayrılmış olduğun evine
    geri döndüğünde (100.000 insana müzik dinletmiş olarak)
    için yorgundur ama mutludur aslında
    (100.000 insanın hiçbirinin adını bilmiyorsundur
    ama o enerjiyi biliyorsundur evrene insanların yaydığı
    iyi olan enerjiyi)
    Evde geri kalan; kızın ve sensindir
    tek gerçek olan geri kalan.
    Ve en yakınlarındır
    dostlarındır.

    Fazıl SAY

    YanıtlaSil
  3. Marjinal yazarlar
    ...
    Siz kazandınız
    lütfen siz kazanın
    lütfen benimle uğraşmayın
    ve ebediyen siz kazanın
    ...
    Tamam ben giderim
    uzak bir yere (gözden uzak)
    (uzaya gidemem kızımdan da ayrılamam ama siz beni görmezsiniz merak etmeyin)

    tamam
    giderim..
    ...

    Ben son 6 yıl içinde

    2 büyük oratoryo
    2 büyük senfonik eser
    1 keman konçertosu
    2 piyano konçertosu
    5 solo piyano eseri
    1 bale müziği
    2 Bach uyarlaması
    4 film müziği
    1 tiyatro müziği

    bestelemiş olsam da

    HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN

    Bu son 6 yılda
    dünya üzeri 42 memlekette
    326 şehirde konserler verdim
    yaklaşık 700 konser

    HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN

    Bu 6 yılda
    10 CD
    2 DVD
    12 NOTA

    piyasaya sunduk

    HİÇ MÜHİM DEĞİL SİZİN İÇİN
    anlıyorum
    yaptıklarım mühim değil

    hiç bir zaman "her görüşüme katılmalısınız" demedim
    tartışmaya hep açıktım
    hiç bir zaman hemfikir olmadığım insanlara saygısızlık yapmayı düşünmedim
    ama siz yaptınız
    adil değildiniz
    bir fikir de ayrı düşünüyorduk siz kökünü kazımaya kalktınız her seferinde

    ama hiç bir zaman kendi içsesimden vazgeçmedim
    doğru bulduğum doğrumdu yanlış bulduğum yanlıştı
    yanlışı ben yaptıysam da hatamı anladığım gün düzelttim

    anladık
    değersiziz
    sizin değer anlayışınızı anlamadım ama ben değersizim o anlayışa göre onu anladım
    ...
    İmkanı yoktur bazı kusurlarımı affetmenizin
    affedicilik de değil
    "kabul" etmenizin
    "lütfetmenizin"
    imkanı yoktur...

    Zamanında hatalarım olmuş onları düzelttiysem
    bu da doğru değildir

    imkanı yoktur..

    -Falanca arabeskçiyi kültür olarak görmüyorumdur
    asla affetmezsiniz

    -Aziz Nesin haklıdır derim bütün hayatıma sataşırsınız

    -Gençleri klasik müziği tanıştırmak için Mercan Dede ile beraber konser - parti veririm "hayatı boyunca popülist" dersiniz

    -"Din sömürüsü aldı başını gitti" deriz
    Ölüm fermanı vermediğiniz kalır

    -Konuşmayız
    "Konuşmaz o korkak" dersiniz

    -Konuşuruz
    "Konuşmak senin ne haddine işine bak sen" dersiniz

    -Beethoven ,deriz
    "Git Beethoven'ın ülkesinde yaşa" ,dersiniz

    git
    popülist
    korkak
    ne haddine
    git

    hep bunlar...

    Hiç bir yolu yoktur...

    Sizler facebook da 130 grup kurdunuz (fazıl say gitsin vs)
    ekşi-sözlükte yazılar yazdınız
    Google'ı doldurdunuz
    Yahoo'da gruplaştınız
    gazete haberlerinin altına yorumlar yazdınız
    Almanya'da yılın müzisyeni seçildiğimin haberinin altına bile döşendiniz
    hakaretlerinizle...

    Her yerde sizler varsınız.
    Ve
    sizler ne yaptınız hayatta
    bilmiyorum
    sormuyorum
    düşünmüyorum
    nefret etmiyorum
    saygısızlık yapmıyorum

    ama siz bana yaptınız...

    Siz yarattınız bana en ağır haksızlıkları yapan bir kültür bakanını
    siz yarattınız
    siz cesaretlendirdiniz marjinal köşe yazarlarını
    siz pislik attınız
    çamur attınız
    hepsini siz yaptınız

    içinizde mesleki kıskananlar da oldu
    aranızda piyano çalanlar da oldu
    çalmayanlar da

    faşoları
    dincileri
    marjinalleri...
    2.cumhuriyetçileri..
    Avanak liberalleri...

    Ben hiç birinize tek bir kelime kötü bir şey söylememişken.....

    Hepsini siz yaptınız...

    Artık kazanın
    kazanın ve bitsin...
    Siz kazandınız..

    Kazandınız ve bitsin..

    Yeter ...

    Marjinaller
    insan çocukluğuna dönmek istiyor
    yaylım ateşi sırasında

    Benim gerçek dostlarım bu yazıyı niye yazdığımı kimlere yazdığımı anlamıştır.

    YanıtlaSil